HERKESİN KAYBETTİĞİ KİŞİ

Şeyh Muhammed Nazım El-Hakkani En-Nakşibendi Hazretlerinin 30 Mayıs 1984 Sohbeti

Merhamet sahibi Yüce Allah’ın adıyla En Hayırsever, En Cömert. Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahi r-Rahmani r-Rahim. La havla ve la kuvvete illa biLlahi l-‘aliyal-‘azim.
Ey Rabbimiz, biz Sen’den rehberlik isteriz. O’ndan, O’na. Neden? Biz uzak ülkelerden geliyoruz.
Amerika’dan Londra’ya, veya Almanya’dan Londra’ya. Kardeşlerimiz, uzak mesafelerden geliyorlar. Ne
için geldiğimizi bilmek mühimdir. İçinde 50 milyon insanın yaşadığı bir şehre. Böyle mütevazı bir yere bir
toplantıya- 15 insan belki biraz fazla. Ve oturmuşlar küçük çocuklar gibi dinliyor, öğreniyorlar. Ne
istiyorlar? Gayeleri nedir? Hedefleri nedir? Bu noktayı anlamak önemlidir.
Bu ruhlarımıza ait birşey, bedenlerimize ait değil. Zevk nedir? Her yerde bulabilirsiniz, istediğiniz kadar –
bolca. Ama ruhani zevke çok nadir rastlanır… Ve çok zordur bulması. Biz ruhani zevk arıyoruz. Hedefimiz
budur. Uzak mesafelerden gelip burada buluşmamızın birlikte olmamımızın amacı budur. Yüce Allah beni
Ortadoğu’dan yolladı. Sizi Uzak Batı’dan yolladı.
O’nun İlahi Hikmeti – birini Uzak Doğu’dan, diğerini Uzak Batı’dan getirir. Londra’yı bir buluşma noktası
yapar. Subhan Allah – Yüce Allah’ın ihtişamı. Hepimiz istiyoruz, bulabilmeyi o kimseyi ki biz onu kaybettik.
Sadece kaybetmekle kalmadık, herkes kaybetti onu. Ama onlar istemiyorlar, onu kaybettiklerinin fakında
değiller. Ama benliğimizde, duygularımız bize şöyle işaret ediyor – “Ey Allah’ın kulu, sen birini kaybettin.
Onu ara!”
Asıl noktayı bulduk şimdi. Biz ne için koşturuyoruz? Doğu’dan batı’ya, batı’dan doğu’ya? Günün birinde,
Mevlana Celaleddin Rumi, Allah sırrını takdis etsin, oturup, insanlarla sohbet ediyordu. Tarikat’ın esas
temeli budur. Veya tüm tarikatların, bilhassa bizim tarikatımız- Nakşibendilik. Esas temel- cemaattir.
Şeyh’in sohbetidir. Müridi alır, yeryüzünden gökyüzüne çıkarır.
Bu sebeple – Tarikatuna as-sohba. Şah-ı Nakşibend, Nakşibendliğin imamı, en seçkin Nakşibendi yolu,
Şeyh, Gavs, Şah-ı Nakşibendi, Allah takdis etsin onu, diyordu ki – Tarikatımız Şeyh’imizle cemaat, sohbet
üzerine inşa edilmiştir. Çünkü Şeyh müridini alır, takipçisini alır, onun aşağı, seviyedeki makamından,
Şeyh’inin makamına sohbet esnasında çıkarır. Bu vird müridi temizler.
Ama Şeyh’le sohbet onu alt makamından alıp yüksek makama çıkarır. Mevlana Celaleddin Rumi, şimdi
insanlar onu sadece dönen bir derviş sanıyorlar. Folklorik bir şeye dönüştürdüler. Böyle bale gösterisi
gibi- insanlar izlesin diye. O, sadece bunu yapmıyordu ki; sadece dönmüyordu, aynı zamanda müritlerini
de hazır hale getirip bu dünyadan çıkıp cennete yükseltiyordu. Dönerek bir şeye işaret ediyordu. O döndüğü zaman, yeryüzünden yukarıya yükselip, yolu gösteriyordu
müritlerine, tüm müminlere, tüm milletlere. Şeref Yüce Allah’ındır. O, Rumi’yi her milletten insana kabul
ettirdi. Mevlana Celaluddin Rumi her millet tarafından kabul görmüştür. Her millet, veya her din kabul
etmiştir onun sema dönüşünü. Çünkü insanın belki kanatlanıp, bu pis dünyadan kaçabileceğini,
gökyüzüne yükselebileceğini göstermiştir.
Bu papa değil de, bir önceki papa o methediyordu Mevlana’yı methediyordu; 700 senedir geleneksel
olarak yapılan bir törende Mevlana’yla ilgili bir mesaj vermişti. Mevlana öyle bir şahsiyettir ki, o insalığın
en üst noktasında oturur, bizim anlayışımıza göre. Sıradan insanlar, Mevlana Celaluddin Rumi’ye bakıp
insaniyetin ufkunu görebilir onda.
Ama o insaniyetin en üst noktasını görmüyordu. Veya insaniyet ufuklarının en üst noktasını, o sadece
Peygamber Muhammed (sav), ki odur insaniyetin en üst noktası. Ufkun en sonundadır. O orada oturur,
ama sıradan insanlar görmezler. Şimdi teleskoplar var. Gözlerinizle görebilirsiniz. Elektronik teleskopların
gördüğünü, gözlerinizle göremezsiniz. Radyo-elektronik. Radyo-teleskoplar, devasa galaksileri
görebiliyorlar. Onların gözleri öyle gözlerdir.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin gözleri radyo teleskoplar gibidir. Bakar ve görür kim insaniyet ufkunun en
ucunda, kim var orada? Peygamber Muhammed (sav)’i görür. Ama insanlar der ki – O Mevlana
Celaluddin Rumi. Papa bile övmüştür onu. Ama Papa Hz. Muhammed (sav)’i övmemiştir. Neden? Çünkü
göremez. Asla görmez. Ama Mevlana Celaleddin görüyor ve şöyle diyordu – “Ben başımı, Hz. Muhammed
(sav)’in ayağını bastığı yerlere koyuyorum.”
Kim söyler böyle bir sözü? (O) Muhammed’in kim olduğunu bilen, sallAllahu aleyhi ve sellem. Bu yüzden
herkes kendi anlayış kabiliyetine göre muamele görecek. Yüce Allah O’nun dengesi var, herkesi anlayış
kabiliyetine göre tartar. Ve herkes sorumluluk taşır, yine kendi anlayışına göre. Ve herkes zekasına göre
ödüllendirilecektir.
Mevlana Celaleddin Rumi insanlara sadece dönmeyi öğretmedi. Veya onlara nasıl döneceklerini
öğretmedi. Hiçbir talebi olmadan, bunu yapıyordu. Onun gayesi dönmek değildi. Ama asıl gayesi
insanlara nasıl yükselerek, bu fiziksel vücudu terk edeceklerini, ve ruhunu gökyüzüne çıkaracağını
öğretiyordu. Ama biz şimdi sanıyoruz ki o sadece dönüyordu.
Öğrenmemiz lazım şeytanın hakimiyetinden nasıl çıkacağımızı. Ve biz muhtacız nasıl dışarı çıkacağımızı
öğrenmeye ve şeytandan nasıl kaçıp, nasıl özgür kalacağımızı öğrenmeye. Mevlana Celaleddin Rumi hep
anlatır, herkesle sohbet ederdi. Sonra en sonunda ilahi rüzgarlar esmeye başlar, dinleyicilerin arasında
gelir ve dönmeye başlardı. Yükseldiği her seferde onun yanındakiler de fiziksel bedenlerinden ayrılırlardı.
Ve yeterince kuvvet, ruhani kuvveti vardı onu yükseltecek. Ve bu… Müzik ve aşağı inerdi. Şimdi biz onun sohbetinden bahsediyoruz. O oturuyordu ve cemaati topluyordu, katılanlarla, insanlarla,
ve müritleriyle. Her tür insan katılıyordu. Sonra, bir gün, bir adam içeri girdi. Ağlıyor, bağırıyor ve
ayaklarına kapanıyordu. Mevlana Celaleddin Rumi sormuş – ağlamanın, yakarmanın sebebi nedir? Nedir
derdin?
Adam ağlıyor ve cevap veriyormuş – Ey Efendimiz, oğlumu kaybettim 3 gündür her yere sordum hiçbir
yerde bulamadım. Elimden gelen her şeyi yaptım. Ama onu bulamıyorum. En sonunda size geldim.
Çaresiz kaldım. Son ümidim sizsiniz. İnanıyorum ki sizden başka kimse bulamaz oğlumu. Ben size
inanıyor ve size itimat ediyorum. Siz bulabilirsiniz ancak, başkası değil.
Mevlana Celaleddin Rumi – SubhanAllah, Yüce Allah’a hamd olsun. Bu insan, bu insan, Ey insanlar,
bakın, o buraya geliyor ağlayarak ve her şeyini kaybettiğini söylüyor. Bu hayattan artık zevk alamaz asla.
Yiyemez, içemez, uyuyamaz, dinlenemez, oraya, buraya koşturamaz, oraya, buraya gidip kimseden birşey
isteyemez. Sadece oğlu yüzünden, 7 yaşında, 10 yaşında veya biraz daha fazla.
Ama ben herkesin, sadece sizin değil ey dinleyicilerim, tüm dünyanın, tüm insanlığın kaybettiği o en
değerli olan varlığı arıyoruz. Ama onlar ağlamıyor, istemiyor ve bağırmıyorlar. Ben, herkesin kaybettiği
Rabbi, Yüce Allah’ı arıyorum. Ama kimse sormuyor O nerede, kimdir, nasıl bulurum O’nu? Kimse
ağlamıyor, bağırmıyor sormuyor.
Bu adama bakın. Küçük bir çocuk için, ağlıyor ve her şeyini kaybetmiş bu hayatın tadını almıyor. Bitmiş.
Ne yediğinden, ne içtiğinden, ne uykusundan, ne kadınlardan, ne arabalardan, en atlardan, ne
yeşilliklerden zevk almıyor. Hiçbir şey. Ama siz Rabbinizi kaybettiniz en kıymetlinizi. Hiç kimse O’nun gibi
olamaz. Ama hepiniz yiyor, içiyor, kadınlardan atlardan, çiçeklerden, bahçelerden keyif alıyorsunuz.
Gidiyor, geliyor, çalışıyor, uyuyorsunuz. Herşey yolunda size göre.
Gerçek bu. Biz gafil, şuursuz insanlarız. Bizler bir hiç istiyoruz. Biz bir hiçin peşinden koşuyoruz Ebedi
olan O’nu bırakıyoruz. Ezelden, ebede. Yüce Allah’ı. Eğer O’nu bulamıyorsak, o zaman burada ne işimiz
var? Bu hayatın amacı nedir? O’nu bulamadıktan sonra burada ne yaptık? Hiç. Bu yüzden, siz uzak
batıdan ben uzakdoğudan geliyorum. Burada buluşup, kaybettiğimiz hakkında sohbet etmek için. O’nu
nerede bulabiliriz?
Bir yahudi İmam Ali’ye gelip, sormuş, Allah sırrını takdis etsin, Seyyidina Ali, Allah ondan razı olsun.
“Senin Rabbin nerede? O da demiş ki – O’nun olmadığı bir yer mi var? Seyyidina Ali’den başka kim böyle
cevap verebilir? O olmayan yer yokken, sen O nerede diye sorarsın. Ey aptal adam söyle bana en küçük
zerre bile Yüce Allah olmadan var olamaz. Bir melek diğer bir melekle karşılaşmış cennette, biri sormuş – nereden geliyorsun? Ben İlahi Huzur’dan
geliyorum Taht’ın üzerinden ilahi taht. Peki sen nereden geliyorsun? Ben Rabbi’min İlahi Huzur’undan
geliyorum. aşağıdan- taht ath-thara – yaradılanların en küçüğünden, tam tersi en aşağı noktadan. Biri
gelip demiş ki ben İlahi Huzur’dan geliyorum, ikincisi de en yüksek noktadan geliyorum İlahi Huzur’dan
demiş.
Her nereden gelirseniz, gelin, İlahi Huzur’dan gelirsiniz. Bu yüzden Yüce Allah diyor ki, kalp gözünüzü
nereye çevirirseniz, çevirin O’nu bulursunuz, O’nun İlahi Huzuru’nda olursunuz. İlahi Kıble’yi orada
bulursunuz. Ama gözlerimiz için Mekke’ye doğru bakıyoruz. Allah onun şerefini artırsın. Yüce Allah. Biz
O’nu isteriz ve siz de O’nu bulabilirsiniz. O’nu bulmuş olan insanlar aracılığıyla O’ndan başka hiçbir şeyle
ilgilenmeyen insanlar aracılığıyla.
Her kim ki Rabbi ile birliktedir, onların kalbinde Rabbinizi bulabilirsiniz. Eğer kalbi Rabbi’nin sevgisiyle
atmayan birini bulursanız, Rabbinizi bulamazsınız. Öyle birini bulmalısınız ki her an Rabbi’yle birlikte
olsun. Rabbini bulmuş biri yoksa kaybettiğinizi bulmak imkansızdır. Bu yüzden Yüce Allah
peygamberlerini göndermiştir, kulları için.
Ve sonuncusunu, tüm milletlere göndermiştir. Çünkü o her daim Rabbi’yle birliktedir. Her kim ki ona
ulaşır O’nu bulur, o da Rabbiyle birlikte olur. Böyle birini bulursanız, Rabbinizi de bulmuş olursunuz. Biz
soruyoruz şimdi; kim bizi doğu’dan batı’ya, sizi de batı’dan doğu’ya gönderdi? O’nu bulmayı ümit
ediyoruz bu mübarek ayda, en azından koklamak İlahi Huzur’dan gelen ilahi parfümü. Talebimiz budur.
Hiçbir şey iddia etmiyoruz.
Ama istiyoruz, O’nun İlahi Huzuru’nu bulmayı. Bizim gayemiz, hedefimiz budur. Ve küçük bir grup da
olsak mühim değil. Küçük de olsa bir Cemaat olmak isteriz. Belki 2 kişi veya 3 kişi, mühim değil. O’nu
bulmak istiyoruz. Ümit ediyoruz ki bize bir işaret versin, O’nun İlahi Huzur’undan güzel kokular koklamayı
nasip etsin. Bu yaklaştığımız günler en mübarek ay olan Ramazan’dır.
Devam etmeyi ümit ediyoruz Yüce Allah’ın inayetiyle ve Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in
inayetiyle Büyük Şeyhlerimiz ve evliyaların inayetiyle, 30 gün devam edebilmek buradaki toplantılarımıza
ve onlardan iyilik talep ederiz bizim dilimizi konuşturup, kulaklarımızı duyuruyorlar. Amin. Ve min Allahi
tevfik. Biz talep ediyoruz Rabbimiz’den bizi muvaffak etsin söylemek, dinlemek ve amel etmek için. Bi
hurmeti l-Habib, bi hurmeti l-Fatiha.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir