Şeyh Muhammed Nazım El-Hakkani En-Nakşibendi Hz.’nin 29 Aralık 2011 Sohbeti
Bismillahirrahmanirrahim. Risalet’in sahibi olan Peygamberimiz (sav), muminler için ondan sofralar;
yiyiniz. Yiyiniz ve içiniz. Ne kadar yiyip, içerseniz sevinir. Sofranın sahibi sevinir. Resullerin Efendisi ne
kadar yerseniz sevinir. Ve Ümmeti’ne edep öğretmek için, Peygamberimiz (sav) derdi ki: “Kulun oturduğu
gibi otururum ve kulun yemek yediği gibi yemek yerim.” Resulullah (sav) öğretmek için yapardı. Bu
talimdir. Bu onun öğrettikleridir; talim ettikleridir. Kulluk için talim ettiği, öğrettiğidir. Kulluk için
insanoğluna; bütün insanlığa öğrettiğidir. İnsanlar büyüklenmesinler, kibirlenmesinler diye. Ve
birbirlerine zulmetmesinler diye.
Efendimiz bazı şeyleri bilir ama der ki meclis, burası böyle. Bu sizin bereketinizdir. Peygamberimiz (sav)
dedi ki: “Rabbim beni edeplendirdi.” Bana öğretti demedi. Onun için edebi talim etmek, öğrenmek daha
iyidir. İlmi öğrenmekten daha iyidir. “Rabbim beni edeplendirdi.” Maşrik’ten Mağrib’e kadar
muminlerde, Müslümanlar’da edep kalmadı. Öyle olduk ki, “Öyle bir zaman gelecek ki İslam’dan sadece
ismi kalacak. Ve dinden sadece resmi kalacak.” Hadis-i Şerif’i vardır. Subhan Allah. Edep kalmadı.
Dinimizin aslı Peygamberimiz’i işaret ediyor. “Kulun oturduğu gibi oturuyorum.” Bu Hakk’ın kendisine
talimidir, öğretmesidir. Bunlar bidat. Ne yapacağız. Ama edeb; Rabbi Celle ve Ala onu edeplendirdi. Ona
emretmedi. Demedi ki: “Rabbim bana emretti.” Öyle demedi. Dedi ki: “Rabbim beni edeplendirdi.”
Emirde zorlamak vardır. Mecbur etmek vardır. Emretmek, emir başkadır. Edep başka bir şeydir. Bana
Rabbim emretti demedi. “Rabbim beni edeplendirdi.” dedi.
Allah Allah. Allah Celle ve Ala, kulunun kulluk etmesini sever. Kulluk. Allah Allah. Allahu Ekber. Allahu
Ekber. Edep Ümmet’ten kayboldu. Melikler’den, Krallar’dan, Başkanlar’dan. Alimlerin’den. Şeyhleri’ne
zaten kimse sormuyor nedir ne değildir diye. Kim sorar Şeyler’i. Alimleri. Edebi kaybettiler. Alimlerin
sıfatı olanı kaybettiler. Konuşmaya utanıyorum, benim Arapçam azdır. Ama Şeyh Efendi konuşmadı.
Alimlerin sıfatı Kur’an-ı Kerim’de zikrolunmuştur. Estaizu Billah. “Allah ulema olan kullarından sakınır.”
Hu.
O ulemalar nerede? Sağlarını sollarından bilmiyorlar. Himmetleri gayretleri ancak karınlarıdır. Başka
birşey yoktur. Bir zamanlar Şam’ın alimlerinden birisi vardı. Hal sahibiydi. Gölgesi hafifti. Nefsi hafifti. O
İmam’dı. Merce’deki Cami’nin imamıydı. Bu şeytanlar o Cami’yi harab ettiler. Bu İmam zarif, iyi bir
insandı. Ruhu hafifti. Ve o vakıfların bir azasıydı. Şeyh Abdul Vahhab Salahi vardı. Onu biliyor musun?
Maşa’Allah. O da hal sahibiydi, heybetliydi. Sesi de gürdü. Maşa’Allah. Subhan Allah. Allah onların kadrini
ve mertebelerini yüceltsin. Bazen, bir ölünün yedisi veyahut da kırkı olurdu. Bazen şey yaparlardı. Ne derler ona? Helva. Pide.
Ölünün ruhu için. Bazen bu İmam beni arardı. Bu İmam da çok hafif canlıdır. İmam nerededir? Gel.
Vakıfların toplantısı var. Böyle bakardı. Beni gördüğünde o Şeyh bana işaret ederdi. Ve o beni çağırırdı.
“Selamun Aleykum. Bundan daha önemli meclis vardır. Gitmem lazım” derdi. Selamun Aleykum. Böyle
böyle yapıp işaret ederdi. O meclisteki hiç kimse bu işaretin manasını bilmezdi. Allah rahmet eylesin.
Çok güzel, zarif, edepli insandı.
Subhan Allahul Aliyyul Azim. Böyleleri kalmadı. Ancak kalanlar dayanmış odunlar gibidirler. Onlardan
başka kalmadı. Odun gibi herifler kaldı. Sanki birbirine dayanmış odunlar. Allah bizi affeylesin. Ve yine
öylelerini göndersin. Şam-ı Şerif’te doluydular. Ve o Şeyhler’den Heybetli Şeyh Abdul Vahhab Salahi. Ya
Veled deyince, ey Veled. Subhan Allah. Bazen dağdan inerdim. Çarşıya inerdim evin ihtiyaçlarını görmek
için. Öğlen vakti, öğlen namazı olunca onun yanında namaz kılardım. Subhan Allahul Aliyyul Azim. Hiçbir
kere, öğlen namazı veya ikindi namazı kendisi İmam olmadı. Ve beni çekiştirip sen İmam ol derdi. “Hayır,
ben olmaz sen yap” derdi bana.
Ve namazdan sonra elimden tutar. Onun bir odası vardı; camiye bağlı olan. Orada gelen misafirler olur
ve içeriye girerlerdi. Kimse yoksa öğlen saatinde; insanlar meşgul olduklarında, o “çun çun” diye bir
yemek yapardı. Çun çun nedir biliyor musunuz? Domates ile soğan ve yumurtayla yapardı. İki ekmek
koyardı; Arap ekmeği. Ve tepsiye koyup derdi Şeyh Nazım gel. Beraber yemek yerdik ve ben ona selam
verirdim. Ve bana lüzum edeni verirdi. Bu onun vazifesiydi. Benim işim yoktu. Ya Allah. Hadi çıkardım
eve giderdim. Allah rahmet eylesin.
Allah rahmet eylesin. O gelirdi. Çok gelirdi. Bir gün geldi. Ve bizim halimize göre çok şey; büyük
dükkanlardan birşey satın almazdık. Parça kumaş satarlardı. Tartıyla satarlardı. Tartarlardı. Öyle
satarlardı kumaşı. Bir defa ben 20 liraya, Suriye parasına satın almıştım. Allah rahmet eylesin; çocukların
annesi terziydi. Terziydi. Usta terziydi. Bana bir cübbe dikti. Abdul Vahhab Efendi gördü, dedi: “Oo bu ne
güzel.” “Ey Şeyh Nazım sana bu cübbeyi kim dikti?” dedi. Sizin hizmetkarınız, benim hanım. Çocukların
annesi. O da çok beğendi acayip dedi.
Ve o da çarşıdan bir parça kumaş satın almıştı, getirdi. Başka terzilere sordu. O terziler dediler ki bu
kumaş sana cübbe yapmak için yetişmez. Geldi ve dedi ki: “Ummu Muhammed. Ey Ummu Muhammed.”
Efendim diye cevap verdi hanım. Allah senden razı olsun. Bak bu kumaşı satın aldım ve dediler ki bu
kumaş cübbe için yetişmez. Sen bunu dik. Sen beceriklisin; sen bunu yaparsın. Nasıl istersen Şeyh Abdul
Vahhab Efendi. Ölçüsünü aldı ve ona cübbe yaptı. Derdi ki: “Ummu Muhammed en meşhur terzidir.”
Allah rahmet eylesin.
La İlahe İlla’Allah. Muhammedun Rasulullah. Ne yapalım ey Şeyh. Şeyh Efendi, Allah sizden razı olsun.
Allah bizi affeylesin. Halimizi ıslah eylesin. Allah Allah. Allah Allah. Şeyh Yahya Sabbah’ı biliyor musun? Bilmiyorsun. Şam alimlerindendir. Zannetmiyorum. Ona yetişmediniz. Yetişmediniz. Yatsı namazından
sonra çıkardı. Akşam ve yatsı namazı arasında itikaf ederdi. Cami’den çıkardı ve evine giderdi. Ta ki
evine gidene kadar, böyle bakardı. Arkasında bir tabur köpek, afedersiniz. Arkasından gelirlerdi.
Hanımını çağırırdı. “Ey hanım” ,”Efendim bey” der. “Orada ne varsa getir. Benim cemaatim beraberimde
geldi.” Cemaati, hepsi köpeklerdi. “Ne varsa getir koyalım cemaatime verelim.” Onlara koyardı ve
onlarda yerlerdi. Ve kuyruklarını sallayarak giderlerdi.
O kişi hal sahibiydi. Şam ahalisi, O, Şeyh Muhiddin Hazretleri’nin Kelamından şelh ederdi, anlatırdı. O da
ümmiydi. Okuması yazması yoktu, ümmiydi. Muhiddin-i İbnu Arabi Hz.’nin camisini biliyor musun?
Biliyorum. Oradan giriyorsun, böyle girince orada Şeyh’in makamı var. Yukarıda cuma namazı
kılınıyordu. Bir gün, Büyük Şeyh Efendi Hz. ile beraberdim. Onun ayakkabısını taşıyayım diye. Namazdan
sonra, orada Şeyh Yahya Sabbah oturuyordu. Sol tarafında. Şeyh Muhiddin-i İbnu Arabi Hz.’nin
makamının Solunda oturuyordu.
Allah derecelerini ali eylesin. Her zaman oraya inmezdi, kapının yanında otururdu. Maşa’Allah. Şeyh
Efendi Hz.’i geçtiğinde ona selam verirdi. Onu hiçbir defa otururken; Mevlana Büyük Şeyh Efendi Hz.’ine
otururken selam verirken görmedim. Hep ayakta. Hemen, kalkardı. “Çabuk, çabuk gelin; Sultan geliyor.”
derdi. Ayağa kalkar ve öperdi. Şeyh Abdullah Hazretleri’ni, Şeyhimiz’i öperdi. Büyük Şeyh Efendi Hz.’ni
nerede görürse ayağa kalkardı.
Bir defa, bir yerde davet vardı. Bizim ihvanlarımızdan birisinde. Davet değil ama bir meftanın ruhu için
yemek veriliyordu. Ben çavuşum giderdim. Şeyh Abdul Vahhab Salahi beni götürdü.Allah derecelerini ali
eylesin. O meclise girdik. Orada birisi, bir Şeyh oturuyordu. Yahya Sabbah adında bir Şeyh. Beni gördüğü
zaman, “Ey delikanlı” dedi. “Şeyh’in kimdir?” Bana sordu. Ben de ona söyledim. “Şeyh Abdullah
Dağıstani’dir.” Bana dedi ki: “Ona tutun.” “O Resulullah (sav) ile uyanıkken görüşen tek kişidir.” “Uyurken
değil. Onun için ona sıkı tutun.” Allah derecelerini ali eylesin.
Bizi ondan yararlandırsın. Salihleri zikrettiğinde rahmet iner derler. Öyle değil mi? Bende çoğunu
unuttum. Allah Allah. Allah Allah. Allah Allah. Ya Rab bizi onların bereketiyle affet. Bizi affet. Bizi affet.
Vücudumuzun üstündeki ağırlık gitsin ya Rabbi. Bu mübarek gece hürmeti için. Bu senin kulların yetişip
geldiler. Bize şeref oldu. Sizin gelmeniz bize şeref oldu. Allah sizi mübarek eylesin. Biz size ikram etmeyi
fazla yapamıyoruz. Hayır, haşa. Ne mutlu size. Ne mutlu size. Bana dediler ki Bahreyn’den bir Şeyh
geliyor. Ben dedim ki emrolunmuştur. Emrolunmuştur onun için gelecek. Gelsin, hoşgeldiniz. Bize şeref
verdiniz.
Helva olsa da yesek. Helva olsaydı şimdi yerdik. Hoşgeldiniz Şeyh Efendi. Maşa’Allah. Maşa’Allah. O,
oğlum gibidir. Yani kadri ziyadedir ama yaş bakımından benim günlerim daha fazladır. Allah Allah. Allah
Allah. Bak oraya. Çok uyuyor. Evet. Sizi her zaman öperiz. Allah sizi mübarek eylesin. Subhan Allahul Aliyyul Azim. İmamı Rifai der ki: “Halindeyken ruhumu yollarım yeri öper.” Sen yoksan ve bu hayaletler.
Dön sağ elini ver. Sağ elini aldı öptü. Rifai Hazretleri dedi ki: “Peygamberimiz’in kokusu elimde kırk sene
kaldı.” “Kim Peygamberi öpmek isterse benim elimi öpsün.” Şimdi kim Şeyh’i öpmek isterse benim elimi
öpsün. Maşa’Allah. Bismillahirrahmanirrahim. Amin.. Zikir var. Bismillahirrahmanirrahim. Amin… Arapça
mı anlar mısınız? Amin… Amin. Fatiha. Ya Rabbi Şükür.