Şeyh Muhammed Nazım El-Hakkani
10 Kasım 1978 Sohbeti
Bütün övgü ve mutlak saygı bizi yaratan Hazreti Allah’a. Salatu Selam Hazreti Peygamber Efendimiz’e
olsun. Hiç şüphesizdir ki Allah’ın ve Resûlü’nün gösterdiği yolda gidenler gamsız, kedersiz bir hayat yaşar.
Izdırapsız ölür ve hakiki hayatı kazanır. Muhterem dinleyicilerimin mevzu olarak seçtiğimiz küfrün
karşısında Müslümanlık mevzûnun dikkatle, alakayla takip edeceklerini ümit ederim.
Bugünkü gençliğe ve 20. asrın insanına bu mevzu; bilhassa Müslümanlık mevzû onların üstün körü
geçmiş oldukları muazzam bir vakıa olduğu halde onun bugünkü insanlığa örtülü kaldığı ve onun
örtüsünü bu konuşmamızda bir parça olsun açabileceğimizi Cenab-ı Hak’tan onun inayetinden talep
ediyoruz. Mevzuya doğrudan doğruya Cenab-ı Allah’ın kelamı ile gireceğim. Hazreti Allah evvellerin
evvelinde kadim kelamı ile şu ezeli hükmünü bütün insanlığa işittirmektedir.
Türkçe’sini söylüyorum anlaşılmak için. O, O Kudret Sahibi ve Azamet Sahibi. Ve her şeye Kadir, iradesi
mutlak yerine gelen Allah’tır ki şanlı Resûlü Muhammed Mustafa’yı Hakk’ın ve insanlara hidayet nuruyla
gönderdi. Bu Kur’an’dan bir Ayet-i Kerime’dir. Allah’ın kelamı. Cenab-ı Allah, Efendimiz’i ne maksatla
göndermiş olduğunu açıklıyor. Ve bunu getirdiği dinin Müslümanlığı; bütün diğer bâtıl ve âtıl dinler ve
mezhepler üzerine mutlak üstün olmasını ve mutlak muzaffer olmasını irade buyurarak gönderdi.
Demek ki Cenab-ı Allah bu dini gönderirken bunun her cihetle bütün dünyada hakim bir din olmasını en
üstün bir nizam olmasını irade edip göndermiştir. Muhterem dinleyicilerim Hazreti Allah’ın iradesini ki
Müslümanlığın bütün şekilleriyle, bütün kuruluşlarıyla küfrü yer ile yeksan etmek üzere gönderilmesi
hususunu okuduğumuz Ayet-i Kerime’nin manasından işittiniz.
Öyleyse küfrün karşısında Müslümanlığın ne merkezde ve ne vaziyette olması lazım geleceğini
anlamanız gerekir. Evet. İşte Müslümanlık bunun içindir ki yani Allah’ın ezeli iradesi gereğince küfrün
karşısında daima galip ve nihayetsiz üstün ve hakikaten de insanların gaye saadetini temsil eden din
olmuştur.
Şimdi mevzumuzu genişletmek ve dinleyicilerimizi de manevi yönden takviye ve içlerinde Müslümanlığa
karşı onun hakiki mahiyetini bilememekten doğan yanlış zan ve düşünceleri toptan yıkma hamlesine
geçmek üzere Allah’a sığınıp Müslümanlığın doğuş anından bugüne kadar kısa ve özlü olarak delillerini
bir panorama halinde gözler önüne serelim Ve anlayabilenlere anlatalım. Sözlerimiz tarihi hakikatler
olarak riyazi bir katiyeti haizdirler. Binaenaleyh bunun inkârına mecal yoktur. Evvela Müslümanlığın doğuş görevini göz önüne alalım.
Müslümanlık ne gibi bir devirde, nasıl bir cemaatin içerisinde meydana çıkmıştır? Bunu bilmekte pek
büyük bir ehemmiyet vardır. Müslümanlık, küfür ve şirkin cehalet ve zulmünü en koyu bir hışımla işlettiği
bir devir. Ve bir kavmin içerisinde büyümüştür.
Efendimiz’in doğmuş olduğu muhit hakikaten en geri, en koyu cehalet ve zulmün içerisinde, vahşet
içerisinde bulunan bir muhit idi. Bu Müslümanlık ki yüzde yüz en keskin ve kat’i bir zıddiyet ile bu en
salak ve berbat ve alçak küfür ve şirke karşı tek bir şahıs planında. Ve o tek şahıs dünyanın en şecaatli ve
en korkusuz ve pervasız kahramanı olan Efendimiz’dir. Diyanişe geçmiş.
Ve Müslümanlık kendisini bihakkın temsil eden Efendimiz’in şahsında yıpranmamış. Belki karşısındaki
küfür ejderi günden güne yıpranmaya küçülmeye ve kaybolmaya; buna mukabil Müslümanlık günden
güne büyümeye, yükselmeye, önünde dağılınmaz gökyüzüne doğru şahlanmaya başlamıştır. Muhterem
dinleyicilerimin dikkat nazarlarını şu istifhama çekmek istiyorum.
Acaba küfür zahir görünüşü itibariyle o kadar kuvvetli ve hakim iken Peygamberimiz’in zamanında öyle
olduğu halde bile niçin ve nasıl oluyor? Niçin ve nasıl oluyor da tek bir ferdin şahsında temsil ettiği
Müslümanlığa kendisine yüzde yüz zıt ve yine yüzde yüz kendisini mahvedecek mahiyetini gördüğü halde
ve bildiği halde onu nasıl durduramamıştır?
Peygamberimiz’in tebliğ etmiş olduğu iddia etmiş olduğu, getirmiş olduğu din o küfrü tamamıyla
yıkmaya, mahvetmeye mütenezih olduğu halde, bunu görüp bildikleri halde ve bütün hakimiyet onların
elindeyken bir tek şahsı nasıl olup da küfür alemi yok edemedi. Bu düşünülecek bir meseledir. Bir tek
olarak çıktı o Peygamber. Arkasında ordular yoktu herhalde. Bu gerçekten pek mühim bir sorundur.
Bunun halli bugünkü insanlığa yol verecek ve bütün müşkillerini halledebilecek değerdedir.
Bunun üzerinde insanlık düşünürse hakikate varabilecektir. Çünkü bu bize gösteriyor ki hak olan her
dava mutlaka kuvvetlidir. Ve bu dava sahibi mutlaka kazanacaktır, bir tek ferd olsa bile. Ve galib
çıkacaktır. Ve Müslümanlık hak davadır. Eğer Müslümanlık küfrün karşısında hak dava gücünü taşımamış
olsaydı batıl bir mahiyeti olsa bu Müslümanlık göründüğü ve maksadı bilindiği anda küfrün saldırı ve
hamlesine dayanamayacak ve kaybolacaktı.
Halbuki bilakis günden güne Müslümanlık hamle gücünü arttırmıştır. Ve küfrü anarşist hücumlarla
bunaltıp sarsıp nihayet onu yıkmıştır. Bu hakikattir. Muhterem dinleyicilerim bunda düşünen asil kafalar
için büyük bir ibret ve hakikati görüş vardır. Niçin küfür bütün saltanatıyla beraber hüküm sürerken bir
tek şahsın karşısında yıkıldı? Bu niçini bütün insanlık aramalı ve bilmelidir. İşte biz de bu niçinin üzerinde
duracağız şimdi. Evet. Peygamberimiz’in aleyhi salatu ves Selam’ın şahsında temsil ettiği Müslümanlık hak ve adaletin tam
ifadesi. Karşısındaki küfür ise tam batıl ve zulüm ateşi idi. Müslümanlık nur; küfür ise zifiri zulmetin
merkezi idi. Muhterem dinleyiciler! Müslümanlık adeta dağdan kopan bir çığ gibi her anda hem sürati
hem hacmi devleşmekte idi. Zulmet onun nurunu boğamazdı.
Bilakis o karanlıkları boğup, alemi parlatmaktaydı. Müslümanlığın kalpleri celbeden meziyetine nazar-ı
dikkatinizi celb etmek isterim. Kalpleri nasıl fethetmiştir ki hakim bir din olarak bütün dünyaya
yayılabilmiştir? Evet. Müslümanlık kalpleri müthiş bir cazibeyle cezbediyordu. Ondaki manevi kuvvettir ki
insanların kalplerini kendi tarafına çekebiliyordu. O manevi kuvvet, o manevi cazibe onda olmamış
olsaydı insanların kalpleri herhalde o tarafa meyletmeyecekti.
Bunun sebep ve nedenleri üzerinde durmak icap ediyor. Evvela insanoğlu muhakkak ki bir şeye inanmak
ihtiyacındadır. Hatta hiç bir şeye inanmamak mezhebinde olan dinsiz insanlar da bulunabilir. Onlar da
dinsizlik dinine inanmışlardır. Ve onun müdafisi olmuşlardır. Onlar da o noktadan bir yere bağlanmışlar.
Müslümanlığın bütün din ve mezheplere galibiyet ve üstünlüğü insanlara en yüksek akîde ve inançları
takdim etmesindendir.
İnanılacak, itikad edilecek şeylerin en mükemmelini İslamiyet getirdiği için insanların kalpleri ona
meyletmiştir. Evet. Nitekim bütün din ve akîdelerin kainatın yaratıcısı olan Hazreti Allah’ı tarif ve tabir
etmeleri asla Müslümanlığın Allah mefhumunu anlatabildiği ulviyet ve gerçekliğe ulaşamaz. Hiçbir din ve
mezhep Allah’ın şanına tazim ederek O’nu tarif ve insanlara bildirememiştir İslamiyet’in bildirdiği
derecede. Evet.
Müslümanlık Hazreti Allah’ı mutlak varlık olarak ilan ederken onun ezeli ebedi sonsuz varlığın, sonsuz
kudretin, nihayetsiz büyüklük ve azametin her şeye mutlak iktidarın, hudutsuz ilim ve hikmetin daima
galib mutlak iradenin mümessili ve kainatın var olan her şeyin görünen ve görünmeyeni, bilinen ve
bilinmeyeniyle mutlak Yaratıcısı, yaşatıcısı; her an her zerrede dilediğini yapabilen mutlak hakimiyet
sahibi, yegane Zatı Mutlak Muktedirun ala-l Mutlak olduğuna şehadet etmekte.
Ve bütün insanlığı bu şehadete davet etmektedir. Bunun üstünde Allah’a tazim edebilecek, Allah’ı tarif
edebilecek bir din ve mezhep yoktur. Şimdi ise muhterem dinleyicilerim bu muazzam şehadet ve itikad
önünde küfrün ve batılın inandırma çabasında olduğu uydurma, yontma, veya kalıptan çıkma Tanrı
modellerine bakınız. Dikkatlice düşününüz ve haklı kararınızı veriniz.
İşte o zamanın müşrikleri Kâbe’yi kendi elleriyle yontmuş oldukları, yapmış oldukları ve tanrı diye
isimlendirdikleri putlarla doldurmuşlar. 360 putla o mukaddes makamı doldurmuş, günde birisine tapar
idiler. Şimdi onlarda olan inançla Müslümanlığın insanlığa takdim ettiği inanç kıyas kabul edebilir mi? Aklı
selim hangisini kabul edecektir? Böyle muazzam bir Allah inanış ve anlayışını temsil eden Müslümanlık geldiği anda küfrün Kâbe’ye
dikmiş olduğu 360 yontma putlar yıkılmış ve kalplerden devrilmişlerdir. Allah inancı, her inanca asıldır.
Allah’a inandıktan sonra her inanç ona bağlıdır. Müslümanlık en esaslı olarak Allah’ın varlığını ve birliğini
ilan hususunda dikkat göstermiştir.
En esaslı itikad olunacak mesele, bizden istenen Allah’ın varlığı ve birliği hususunda şüphesiz
kanaatımızı izhar etmektir. Bugünkü hakiki ilmin de vardığı netice bu kainatın yalnız bir Yaratıcısı ve
İdarecisi olduğudur. Ve bir kimse Hazreti Allah’ın varlığına ve her şeye hudutsuz kadir bulunduğuna
inandıktan sonra diğer iman esasları ki; meleklere ve kitaplara ve Peygamberlere, kıyamete cennet ve
cehenneme, kaza ve kadere inanma kolayca bunlara inan ve tasdikini meydana koyabilir.
İkinci olarak Müslümanlık zuhur anında kalpleri tezhir etmesi, kalpleri ulviyetiyle kendisine celp
etmesinin ikinci bir hususiyeti şimdikilerin sosyal adalet dedikleri içtimai nizam ve intizamı getirmesidir.
Muhterem dinleyicilerim! Dikkatinizi Müslümanlığın şu asli umdesine çekmek isterim. İslamiyette sınıf
farkı yoktur. Bu insanların yaratılışları itibariyle olan müsavatlarıdır.
Bir de Müslümanlıkta her insanın kendi gayret ve sadakatine göre hem Hazreti Allah yanında, ve hem
de kulları yanında bir makam ve itibarı olur. Bizim hareketimize işlediğimiz işlere meydana getirdiğimiz
eserlere göre Allah yanında ve insanlar yanında bir makamımız, bir kıymetimiz olur. Lakin yaratılış
itibariyle bütün insanlar birdir.
Nitekim Hazreti Allah gene Kur’an-ı Kerimin’de bütün insanlığa böyle hitap eder: Ey insanlar buyurur.
Biz sizi bir erkekle bir dişiden ürettik aslında. Sonra da sizleri muhtelif kabileler, kavimler ve milletler
kıldık ki hem birbirinizi tanıyasınız hem tanışasınız. Bununla beraber iyice biliniz ki Allah yanında en
itibarlı ve kadri yüce olanınız içinizden Allah’a en çok saygı göstereninizdir diyor. Böyle buyurmakta. Ve
Müslümanlık asırlar boyunca bunu neşir ve ilan etmektedir.
Muhterem dinleyicilerim Müslümanlık hiçbir zaman insanların zenginliklerine, rütbe ve mevkilerine yani
dış görünüşlerine bakarak onlara kıymet vermemiştir. Müslümanlık önünde insanlar taşıdıkları kalbe
göre kıymet ve itibardadırlar. Müslümanlık’ta iş kalıp kıyafetle değil, sinelerde kalpteki iman ve
seciyeyledir. Efendiler bu sosyal adaletin temelidir, söylediğimiz. Bu olmadan cemaatin fertleri arasında
nizam ve intizam teessüs edemez.
Hakiki adalet ve hakkaniyet yaşayamaz. Yetki yerine karşı sevgi ve saygı ve samimiyet uyanamaz.
Müslümanlık insanı insan olarak takdir ederken karşı tarafta küfür yalnız mahdud bir zümreye bu imtiyazı
tanımakta. Ve diğer insanları bu azgın ve azılı güruhun uşakları ve köleleri yerine indiriyordu. İşte bu
alçak zihniyeti temsil edenlerin hegemonyası ve kudurttukları kimselerdir ki her zaman ve mekanda
sosyal adaleti çiğnemekte ve insanlığa ızdıraptan kan kusturmakta. Ve insanlar arasında ebedi bir ayrılığa birleşmez bir ikiliğe, barışmaz bir dargınlığa kapı açmaktadır.
Küfür belası bu. Ve bugün dünyada hüküm süren ızdırabın menşei de budur. Muhterem dinleyicilerim
işte Müslümanlık insanlığı küfrün düşürdüğü dipsiz ızdıraplardan ve buna kul olmaktan kurtaran metin
esasları getirdiği andan itibaren ızdıraptan, zulümden bunalmış ve hırpalanmış insanlık Müslümanlık
esaslarının etrafında bir çığ gibi büyümeye, çoğalmaya, devleşmeye başladılar.
Ve yine bu makamdan kuvvetle ve yüzde yüz bin inançla bütün cemaatine ve milletime ve bütün
insanlığa şunu haykırıyorum ki bugünkü ızdıraptan perişan insan kütlelerini ızdıraptan kurtaracak, kula
kul olmaktan ve manen ve maddeten sömürülmekten kurtaracak. Özledikleri saadete ve şerefli hayata
kendilerini ulaştıracak yegane yol Müslümanlık esaslarında birleşmeleridir.
Aksi halde ızdırap ve inkisarları ebediyen devam edecek. Ve özledikleri saadeti rüyalarında bile görmek
müyesser olmayacaktır. Sosyal adaletin kemalini insanlar ancak Müslümanlıkta bulabilirler. Bunu iyice
anlayabilmek için de üçüncü olarak Müslümanlığın küfrün karşısında ahlaki cephesiyle onu nasıl
çökerttiğini tetkik edelim. Bir defa Müslüman, Müslüman olabilmek için kendisi için neyi diler ve severse
herkes için de sevip dilemelidir.
Bu Müslümanlığın giriş noktasıdır. İşte bu asıl sosyal adaletin temel prensibidir. Ve bütün dünya bunun
gerçekleştirilmesini arzulamakta. Ancak açıkgöz ve sahtekar şeytan vekillerinin infaline kapılıp
Müslümanlık’tan uzaklaşmakta ve büsbütün perişan olmaktadır. İnsanoğlu saadetini Müslümanlık’ta
bulacaktır. İnsanoğlu mesut olmak için, Allah bu dini kendilerine göndermiştir.
Herkes için düsturu. Buna dikkat edelim. Muhterem dinleyiciler hepiniz ninelerinizden dedelerinizden
bir hayır temennisinde daima onların: “Cümleye de, bize de Ya Rabbi” dediklerini işitirsiniz. Bu
Müslümanlığın insanları hodbin olmaktan, bencillikten ve neme lazımlıktan kurtarıcı terbiyesidir. Yalnız
şahsıma değil Ya Rabbi bütün cemaatime, bütün milletime, belki bütün insanlığa Ya Rabbi bu
Müslümanlığın insanlara vermiş olduğu asli terbiyedir.
Bütün insanlığı kurtaracak bir esastır bu yalnız. İnsanlığa herkes için de kendisine olduğu gibi hayır ve
saadet temennisini öğreten Müslümanlık’tır. Yalnız sana değil, senin kardeşine de olacaktır. Meşhur bir
rivayet vardır, Musa (as)’ın bir komşusu varmış. Fakir halinde, zarurette olan bir kimseymiş. Hz. Musa ki
Cenab-ı Hak ile konuşan Peygamber. Cenab-ı Allah ona o hususiyeti vermiş idi.
Tur dağına giderken bir gün yoluna çıkıp: Ya Musa Cenab-ı Allah’tan benim için bu sana emanetimdir
Allah’ın huzuruna bunu takdim et. Dediği vakitte Musa Peygamber hakikaten o kimsenin emanetini Allah
Zul Celal’a bildirdiğinde Cenab-ı Allah’ın cevabı ne oldu? Ya Musa bildir. O senin komşuna, komşusu için
de aynını istesin hemen vereceğim demiş. Komşusuna da arzu etsin. Gelip Musa Peygamber ona bu cevabı getirdiğinde illa komşuyla bana verecekse hiç vermesin demiş.
Yalnız kendisine istiyormuş. O zaman mahrum oldu. İşte Müslümanlığın insanlığa talim etmekte olduğu
en esaslı, evet, ahlak prensibi herkese de düsturudur. Yalnız kendini düşünme, bütün din kardeşlerini
millet kardeşlerini, bütün insanlığı da düşün.
Hepsini de o iyi arzu ve temennilerinde müşterek kıl; prensibidir. Efendiler, Hazreti Allah insanları
hepsini bir kalıpta yaratmış değildir. Görüyorsunuz ki insanlar gerek suretleri itibariyle gerekse akıl ve
kabiliyetleri cihetiyle birbirinden farklıdır. İçlerinde kuvvetli de var, zayıf da vardır. Zengin olan da var,
fakir olan da vardır. Akıllısı da var, aklı kesmeyen de vardır. Okumuş da var, mektep görmeyen de vardır.
İyi kimseler de var, kötüye meyledenler de vardır.
Mümkün mü hepsi bir olsun. İşte Müslümanlık öyle muazzam bir nizam ve sistemdir ki onda kuvvetli
olan zayıfı kayırmaya mecburdur. Akıllı olanlar akılda geri olanları gözetmeye mecburdur. Zengin olan
fukaraya bakmaya mecburdur. Akıllı olanlar akılda geri olanları gözetmeye mecburdur. Okumuşlar
bilmeyenleri öğretmeye mükelleftir. İyiler de kötüleri iyileştirmeye vazifelidirler. Bundan yüksek bundan
daha idealde olan bir din, bir ahlak olabilir mi?
Bütün insanlığın istediği ne olacaktır? İşte bu gayelerin tahakkuku olacaktır. Evet. Bir daha tekrar edelim
de iyice anlaşılsın. Öyle bir muazzam nizam ve intizam getirmiştir bu İslamiyet ki onda kuvvetli olan zayıfı
kayırmaya, zengin olan fukaraya bakmaya akıllı olanlar akılda geri olanları gözetmeye okumuşlar
bilmeyenleri öğretmeye, iyiler kötüleri iyileştirmeye vazifelidirler.
Ve bu vazifelerin ihmali eğer Müslüman cemaatinde dahil olan kimseler bu vazifelerini ihmal edecek
olursa uhrevi mesuliyet müeyyedileriyle de dikkat ve ehemmiyete ağırmaları ayrıca takviye olmuştur.
Bunları yapmayan kimseler ahirette sorumlu olacakları da Allah ve Resulü tarafından tebliğ olunmuştur.
Vazifesini yapmayan kimse cezalandırılacağı kat’i olaraktan bildirilmiştir.
Binaenaleyh yalnız vicdanımıza havale edilip bırakılmamıştır bu mesele çünkü kanunlar müeyyideyle
teyit olunmadıktan sonra onun hükmü yoktur. İnsanlarda olan nefs hakikaten hırçındır. Binaenaleyh
hükümetler bile bir kanun yapar, o kanunu tatbik edebilmek için sonunda ne der? Bu kanun mucebince
hareket etmeyen kimselere 6 ay hapislik.
Evet, 50 kağıt para cezası veyahut da şu kadar hapislik, bu kadar para cezası, bu kadar kürek cezası
diyerekten altına onu attın mı e o zaman düşünceye dalar ya hu bu kanuna biz aykırı gidersek bu ceza var
altında. O ceza insanı haddinde durdurmaya sebep olur. Bunun gibi Allahu Zul Celal dini emirleri uhrevi
müeyyedeleriyle teyit etmiştir. Binaenaleyh bunlar bizim saadetimize hizmet eden vazifeler olduğu cihetle bu vazifelerini ihmal eden
muminler, uhrevi mesuliyet taşırlar. Keyfimize bırakılmamıştır. Öyleyse muhterem dinleyicilerim
Müslümanlığın karşısında küfür nasıl durabilecek, nasıl durabilir? Ve insanlık nasıl Müslümanlık’tan azade
kalabilir, bu hakikatleri bildikten sonra?
Ve hangi zaman ve hangi mekanda yaşarsa yaşasın insanoğlu nerede Müslümanlığın getirdiği sosyal
adalet nizamlarından kendisini müstağni sayabilir? Veya nerede ondan üstün bir mana ile sosyal adaleti
temsil edebilir? Hangi nizam var dünyada bu derecede insanoğluna saadet getirebilecek, kaideleri
kendisinde cem edebilsin? O halde muhterem dinleyicilerim, küfrün karşısında Müslümanlık her zaman
ve mekan için; bir yakut taşının bir kara taşa nisbeti gibidir.
Cevherler her zaman için kıymetlidir, lakin eski cevherlerin kıymeti daha fazla olur. Neden? Bir de antika
olmak kıymeti var onda. Öyle ya antikalık ayarında. Evet. Müslümanlık da aslında bir cevherdir. Şimdi ise
aradan 1400 sene geçtiği halde kıymeti daha da artmış. Ve bu cevhere bugün sahiplik edebilenlerin ise
hem insanlar ve hem de Hazreti Allah yanında dereceleri ve kıymetleri pek ziyade artmıştır. Evet.
Bir takvim yaprağının arkasında bir hikaye tarzında bir şey görmüştüm. Onun başlığı belki hazır olan
muhterem cemaatin bazılarına da tesadüf etmiş. Kaşıkçı elması diye meşhur bir elmas varmış. Ki bir
adamcağız çöplükte bulmuş onu. Bu dünyada bulunan en iyi elmaslardan bir tanesiymiş. Çöplükte
bulunmuş. Ve onu bulan o adam bir tahta kaşık karşılığında onu bir adama vermiş, kıymetini bilmeden.
Onun eline geçmiş; bir tahta kaşığa da vermiş.
Nihayet elden ele, elden ele iş uzayıp ta saraya kadar intikal edip sarayın kuyumcu başısı onu tıraş edip
meydana çıkardığında müstesna bir cevher meydana çıktı ki güneş gibi parlıyor. Demek oluyor ki bazı
cevherler var kıymeti bilinmediği takdirde ondan istifade edemez, ona sahip olan kimse. İşte o kaşıkçı
elmasını bulan adam gibi bir tahta kaşık aldı o, bir hazine alacaktı ona mukabil oysa.
Bunun gibi bu Müslümanlık hakikatte bütün insanlık için, değil yalnız bizim cemaatimiz bütün insanlık
için kıymeti biçilmeyen muazzam bir cevherdir. Sahiplik yapabilene aşk olsun. Kadrini bilebilene aşk
olsun. Kadrini bilemeyen bir tahta kaşığa verip verip gidiyorlar öbür tarafa. Evet. Küfrün karşısında
Müslümanlık, telkin ve talim eylediği inanç yürüttüğü doğru ve dürüst muamele ve getirdiği en yüksek
ahlak ve seciyeyle erişilmez bir yücelikte durmakta.
Buna kıyas küfür ve tabileriyse dipsiz bir rezalet batağında nihayetsiz alçaklaşmaktadır. Muhterem
dinleyicilerim bütün insanlığın topyekün kurtarıcısı olan Efendimiz, tek başına bütün küfür dünyasını bu
getirdiği ulaşılmaz yücelikteki Müslümanlık esaslarıyla aniden göçertip Hakk’ın mutlak hakimiyetini ilan
etmiştir. Muhterem dinleyicilerim Müslümanlık esasları her zaman ve mekan içinde öyle bir yücelik taşımaktadır
ki adeta gök rütbesinin üzerine çıkmaya hiç bir zaman insanoğluna selahiyet verilmediği gibi
Müslümanlık esaslarını yücelikte geçmek nerede ulaşılmaz yüceliğine asla varılamayacaktır. Aya çıkmak,
gök kubbesinin üzerine çıkmak demek değildir.
Ay bir adımlık mesafedir; kainatın azametine göre, vus’atına göre. Şimdi ikinci devir olarak bu
Peygamber-i Zişan Efendimiz’in doğduğu anda ve Peygamberliğini ilan edip Müslümanlığı meşre başladığı
zamanda Müslümanlığın küfrün karşısındaki metanetini beyan etmiştir. Bunu bilmişiz, görmüşüz şimdi.
Şimdi ikinci devir olarak küfrün karşısında Müslümanlık bu devir Efendimiz’den 20. asrın başına kadar
gelen bir devirdir.
Bu devirde küfrün karşısında Müslümanlık İlmi bakımdan olduğu kadar, ameli bakımdan da üstünlüğünü
muhafaza etmekte Bu vakte kadar 20. asrın başı 1900’den itibaren oraya kadar. O vakte kadar düveli
muazzama yani büyük devletler zikrolunduğu zamanda ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu
zikrolunmaktaydı. Ki bugün 4 büyükler dediğinde 4 kafir hükümeti zikrolunmaktadır. 20. asrın başında
düveli muazzama büyük devletler zikrolunduğu vakitte ilk olaraktan Osmanlı İmparatorluğu
zikrolunmaktaydı.
Çünkü o zamanın Padişahı 500 milyon alem-i İslam’ın halifesi sayılmakta. Ve bütün küffar kralları Türk-
İslam Padişahının bir sözünden korkmakta, ve hesabını hesaplamaktaydılar. Neden? Küffarı korkutan o
kelime ne idi diyor O Padişah’ın Peygamber sancağını çekip, küffara karşı cihat, mukaddes cihat ilan
etmesi idi. İmparatorluğun en zayıf devrinde bile garbın büyükleri Osmanlı-Türk İmparatorluğundan
çekinirlerdi.
Düveli muazzamada birinci derecede oydu. Bu devir oraya kadar devam eder. Bu devir nihayet bütün
İslam düşmanlarının, ehli salib zihniyetinin verdiği hınçla Türk-Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla
kapandı. 3. devir açıldı. Gene Müslümanlık mevcuttur. Gene Müslümanlık küfrün karşısında bütün
azamet ve heybetiyle durmaktadır.
Lakin şimdi içerisinde bulunduğumuz devir, 3. devir olarak mütâla edeceğimiz bu devirdeki Müslümanlık
küfre karşı hiçbir zaman sarsılmayan ve sarsılmayacak muhkem esaslarıyla dimdik ve vakur durmakta. Ve
küfür dünyası bütün hınç ve gayzına rağmen onunla boy ölçüşmekten kaçınmakta ve sakınmaktadır.
Müslümanlık ise bugün 20. asrın vardığı bütün ilim ve fen dallarında kendisini teyit eden binlerce müsbet
ilmin teyitlerine mazhar olarak daha ihtişam ve heybetiyle günden güne nazarı dikkati daha ziyade
üzerine çekmektedir, Müslümanlık. Muhterem dinleyicilerim! Asla 20. asrın hakiki alim ve mütefekkiri Müslümanlık üzerindeki
araştırmalarında boş çıkmamıştır. Yani bu asırdaki hiçbir alim ve mütefekkir bu din-i İslam’ı araştırıp da
Müslüman olmadan kalmamıştır. Bilakis kalbi iman nuruyla dolmuştur onların. Bugün Müslümanlık bir
misyoner teşkilatından mahrum olduğu halde bir çok medeni ülkelerin alim ve mütefekkirleri kendi tetkit
ve araştırmaları sonunda Müslümanlığı hakiki din olarak seçmişlerdir. Ki hemen her günkü gazetelerde
İslam ile müşerref olan Avrupa aleminin alimlerinden o haberleri neşretmektedir.
Hatta kaç tane atom alimleri bile İslamlığı kabul edip, Müslüman olmuşlardır. Bu tabi alelade bir
kimselerin İslam olması, din değiştirmesi gibi mütâla olunacak bir mesele değildir. Herhalde müsbet ilmin
içerisinde yoğrulmuş olan bir kimsenin Müslüman olması, hakikaten Müslümanlığın azametine ve Hak bir
din olduğuna en büyük şahittir. Bir tek alim bile İslam’a müşerref olursa bu da bize kâfidir, hüccet olur.
Evet.
Bugün mesela Almanya gibi fende en ileri olan bir memlekette hemen her gün öyle bir milletin
efradının içerisinde birçok kimseler Müslümanlığa meyletmekte, İslam olmaktadır. Herhalde bu adamlar
bu Müslümanlık’ta bir hakikat görmemiş olsalar kendi dinlerini, kendi inanışlarını terk edip de Müslüman
olmayacaklardı.
Demek ki bu Müslümanlıkta bir hakikat payı vardır ki onlar buraya meyletmektedir. Evet. Bugün
Müslümanlık küfrün karşısında ameli sahada daha açıkcası zahiri hakimiyet yönünde geri kalmıştır. Lakin
bunun sebebini bizzat Müslümanlığın esaslarında aramak pek büyük bir hata, affolunmaz bir iftiradır.
Bugünün Müslümanlarına ve onların küfrün karşısındaki perişanlıklarına bakarak Müslümanlık hakkında
hüküm vermek asla doğru değildir.
Çünkü daha düne kadar küfrün karşısında Müslümanlık galip ve hakim vaziyette; küfür ise mağlub ve
mahkum vaziyette idi. O halde bu işin sırrını araştırmak hakikati bize bulduracaktır. Evet. İşin sırrı şudur
ki dünkü Müslümanlar, Müslümanlığın esaslarını elbise giyer gibi üzerlerinde taşıyorlardı. Bugünün
Müslümanları ise aksine o Müslümanlığın esaslarını üzerlerinden çıkarıp askıya asıvermişlerdir.
İşte bunu bütün meselenin sırrı ve sözün kısası budur. Buna karşı şudur budur demek boş laftır, asla
itibarı yoktur. Ve yine şunu da söylemekle şeref ve iftihar duyarım ki bizim üzerimize giymeden askıda
muhafaza ettiğimiz Müslümanlığımız bile küfür dünyasını düşündürmektedir. Ve arada bir o küfür
dünyası acaba yine bu Müslümanlar o Müslümanlığın esaslarını o elbiseyi üzerlerine giyerler mi diye
bunu düşünerek solukları kesilmekte. Ve yüreklerini hoplatmaktadır bu düşünce. Acaba tekrar o Müslümanlığın hakikatine dönerlerse. Evet, muhterem dinleyicilerim. Siz de hayal
edebilirsiniz ki eğer bütün alem-i İslam Müslümanlığın esaslarına 180 derece bir dönüş yaptığı zaman
neler olabilecektir? Müslümanlık esaslarına dönüş dediğimizde yalnız bir meseleyi söyleyeceğim ki o da
bütün Müslümanların bir reisin idaresinde toplanmaları esasıdır. Ki bu Hazreti Allah’ın mutlak farzıdır.
Bütün Müslümanların tek bir reiste, tek bir reisin emri altında toplanmaları Allah’ın emridir. Pekala
düşününüz. Bir kere bugün tam bir milyar La ilahe illaAllah Muhammedun Resulullah diyen insan vardır.
Böyle inanan bir milyar adam vardır. Eğer bunlar bir tek imama yani lidere tabi olmuş olsalar acaba ne
muazzam bir devlet, ve ne müthiş bir kuvvet meydana gelecektir?
Bu Allah’ın emridir: Bütün Müslümanların üzerinde bir reis olacak. İşte Osmanlı İmparatorluğunun ifade
etmiş olduğu heybet ve kudret bütün İslam ülkelerinde, bütün Müslümanlar üzerinde olan bu sözü idi.
Evet. Bu sadece tek bir misaldir. Ki bugün bütün alem-i İslam bir İslami emirden uzak yaşamaktadır. Ve
bir sürü irili ufaklı devletler halindedir.
Öyle olacak olsaydı ya Hindistan Pakistan’a hücum etmeye ya da Yahudi Arab’a hücum etmeye veyahut
Rum Türk’e hücum etmeye fırsat ve meydan mı bulacaktı? Evet. İrili ufaklı devletler halinde küfür
dünyasının hegemonyasında delilsiz kalmıştır İslam alemi bugünkü günde. Bir tek emri tutmadıkları için.
İşte muhterem dinleyicilerim, Hazreti Allah’ın bütün Müslümanlara küfrün karşısında tek bir kütle
halinde cephe almalarını emrettiği halde Müslümanların bunu dinlememeleri bugünkü perişan İslam
alemini meydana getirmiştir.
Ve netice olarak şunu deriz ki bugün küfrün karşısında Müslümanlar perişan bir durumda iseler kabahat
ve mesuliyetleri ancak kendilerine racidir. Mevzumuz öylesine geniş bir konudur ki bunu saatlerin değil,
gün ve haftaların istiari bile güçtür. Bununla beraber siz muhterem kardeşlerimize şöyle bir hudut çizmek
adeta gökteki yıldızlara işaret eder gibi bir vazife ifa etmek istedik bu konuşmamızda.
Hazreti Allah’ın samimiyetle bizi dinlediğinizin mükafatı olarak hidayete hepimizi yetiştirmesini ve bizi
Müslümanlığın bütün esaslarıyla temsil edebilen kudretli Müslümanlar kılmasını temenni ederken Hz.
Allah’a hamd, şanlı Resûlü’ne nihayetsiz salatu selam eder ve hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.